Arabic

وَحَدَّثَنِي مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى، وَعَمْرُو بْنُ عَلِيٍّ، وَعُقْبَةُ بْنُ مُكْرَمٍ الْعَمِّيُّ، قَالُوا حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ أَبِي عَدِيٍّ، عَنْ سُلَيْمَانَ التَّيْمِيِّ، عَنْ نُعَيْمِ بْنِ أَبِي هِنْدٍ، عَنْ رِبْعِيِّ بْنِ حِرَاشٍ، عَنْ حُذَيْفَةَ، أَنَّ عُمَرَ، قَالَ مَنْ يُحَدِّثُنَا أَوْ قَالَ أَيُّكُمْ يُحَدِّثُنَا - وَفِيهِمْ حُذَيْفَةُ - مَا قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِي الْفِتْنَةِ قَالَ حُذَيْفَةُ أَنَا ‏.‏ وَسَاقَ الْحَدِيثَ كَنَحْوِ حَدِيثِ أَبِي مَالِكٍ عَنْ رِبْعِيٍّ وَقَالَ فِي الْحَدِيثِ قَالَ حُذَيْفَةُ حَدَّثْتُهُ حَدِيثًا لَيْسَ بِالأَغَالِيطِ وَقَالَ يَعْنِي أَنَّهُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ‏.‏
وحدثني محمد بن المثنى، وعمرو بن علي، وعقبة بن مكرم العمي، قالوا حدثنا محمد بن ابي عدي، عن سليمان التيمي، عن نعيم بن ابي هند، عن ربعي بن حراش، عن حذيفة، ان عمر، قال من يحدثنا او قال ايكم يحدثنا - وفيهم حذيفة - ما قال رسول الله صلى الله عليه وسلم في الفتنة قال حذيفة انا . وساق الحديث كنحو حديث ابي مالك عن ربعي وقال في الحديث قال حذيفة حدثته حديثا ليس بالاغاليط وقال يعني انه عن رسول الله صلى الله عليه وسلم

Bengali

মুহাম্মাদ ইবনু আল মুসান্না, আমর ইবনু আলী ও উকবাহ ইবনু মুকরাম আল আমী (রহঃ) ... রিবাঈ ইবনু হিরাশ (রহঃ) হতে বর্ণিত। তিনি বলেন, একদিন উমর (রাযিঃ) বললেন, রাসূলুল্লাহ সাল্লাল্লাহু আলাইহি ওয়া সাল্লাম ফিতনাহ সম্পর্কে কি বলেছেন এ সম্পর্কে তোমাদের কেউ আমাকে হাদীস বর্ণনা করতে পারবে? তখন হুযাইফাহ (রাযিঃ)-ও সেখানে উপস্থিত ছিলেন। তিনি বললেন, আমি পারব...। এরপর রিবাঈ এর সূত্রে বর্ণিত আবূ মালিক এর রিওয়ায়াতের অনুরূপ বর্ণনা করেন। তবে বর্ণনাকারী এ হাদীসে এও উল্লেখ করেন যে, হুযাইফাহ (রাযিঃ) বলেছেন, আমি উমর (রাযিঃ) কে যে হাদীস বর্ণনা করেছি তা কোন বানোয়াট কথা নয়; বরং রাসূলুল্লাহ সাল্লাল্লাহু আলাইহি ওয়াসাল্লাম থেকেই তা বর্ণনা করেছি। (ইসলামিক ফাউন্ডেশনঃ ২৬৯, ইসলামিক সেন্টারঃ)

English

It is transmitted by Rib'i b. Hirash. who narrated it on the authority of Hudhaifa that verily 'Umar said:Who would narrate to us or who amongst you would narrate to us (and Hudhaifa was one amongst them) what the Messenger of Allah (ﷺ) had said about the turmoil? Hudhaifa said: I will, and recited the hadith like that transmitted by Abu Malik on the authority of Rib'i and he observed in connection with this hadith that Hudhaifa remarked: I am narrating to you a hadith and it has no mistake, and said: That it is transmitted from he Messenger of Allah (ﷺ)

French

Indonesian

Russian

Tamil

Turkish

Bana Muhammed b. el-Müsenna, Amr b. Ali ve Ukbe b. Mukrim el-Ammi de tahdis edip dediler ki: Bize Muhammed b. Ebu Adiy b. Süleyman et-Teymi, Nuaym b. Ebi Hind'den tahdis etti. O Rib'i b. Hiraş'dan (2/50b), o Huzeyfe'den rivayet ettiğine göre Ömer: ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in fitne hakkında söylediklerini bize kim anlatacak yahut hanginiz anlatacak, dedi. Aralarında Huzeyfe de vardı. Huzeyfe: Ben dedi ve hadisi Ebu Malik'in, Rib'i'den naklettiğine yakın olarak sevketti. Hadiste şunları da söyledi: Huzeyfe dedi ki: Ben ona hiç de mugalata olmayan bir hadis naklettim. Yine dedi ki: Yani o, bu hadis ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'dendir, demek istiyordu.120 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (365-369 numaralı hadisler): Bu babta Huzeyfe (r.a.)'ın (365): "ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize iki hadis söyledi. .. " hadisi ile yine Huzeyfe (r.a.)'ın fitneleri n arz edilmesine dair (367) diğer hadisi yer almaktadır. Ben bu iki hadisin lafızlarının ve anlamlarının açıklamalarını yüce Allah'ın izniyle sıralarına göre zikredeceğim. Birinci hadiste Müslim dedi ki: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti ... Zeyd b. Vehb'den, o Huzeyfe (r.a.}'dan" Bu isnattaki ravilerin tamamı Kufelidir. Huzeyfe ise Medainli ve Kufelidir. "Plmeş'ten, o Zeyd'den" isnadındaki Plmeş tedlis yapan bir ravidir. Daha önce tedlis yapan ravinin "an" lafzını kullanarak naklettiği rivayetinin delil gösterilmeyeceğini yazmıştık. Bunun da cevabı daha önce fasıllarda ve başka yerlerde defalarca belirttiğimiz gibi (21167) şudur: Plmeş'in bu hadisi Zeyd' den bizzat dinlemiş olduğu başka bir cihetten sabit olmuştur. Dolayısıyla bundan sonra onun bu hadisi rivayet ederken "an" lafzını kullanmasının ona bir zararı yoktur. Huzeyfe (radıya1lahu anh}'ın: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize iki hadis söyledi" sözünün anlamı: Bize emanet hakkında iki hadis söyledi şeklindedir yoksa Huzeyfe'nin yaptığı rivayetler Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde de, başka kaynaklarda da pek çoktur. et-Tahrir sahibi dedi ki: Bu iki hadisten birisi ile kastettiği: "Bize emanetin adamların kalplerinin köküne indiğini tahdis etti" hadisi, diğeri ise: "Sonra bize emanetin kaldırılmasını anlattı ... " hadisidir. Hadislerdeki Lafızlarm Anlamları "Emanet adamların kalplerinin köküne indi." Kök anlamındaki kelime cim harfi fethalı ve kesreli olarak cezr ve cizr şekillerinde iki ayrı söyleyiştir. Kadı İyaz (rahimehuIlah) dedi ki: Emanetten kastedilen zahiren anlaşıldığı üzere yüce Allah'ın kullarını yükümlü kıldığı teklif ile onlardan almış olduğu ah it (sözltir. İmam Ebu'l-Hasan el-Vahidt (rahimehuIlah) yüce Allah'ın: "Muhakkak biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik" (Ahzab, 72) buyruğu hakkında İbn Abbas (radıyaIlahu anh) dedi ki: Bunlar yüce Allah'ın kullarına farz kıldığı farzlardır, demiştir. Hasan, o dindir, dinin tümü emanettir, demiştir. Ebu'l-Niye: Emanet onlara verilen emirlerle yasaklardır. Mukatil: Emanet, itaattir demiştir. el-Vahidt dedi ki: Bu da müfessirlerin çoğunluğunun görüşüdür. Buna göre emanet hepsinin görüşlerine göre itaat ve eda edilmelerine bağlı olarak sevabın, edilmemeleri halinde ise cezanın sözkonusu olduğu farzlardır. Allah en iyi bilendir. et-Tahrir sahibi de şöyle demektedir: Hadiste sözü edilen emanet yüce Allah'ın: "Biz emaneti. .. arz ettik" (Ahzab, 72) buyruğunda geçmektedir. Bu da imanın ta kendisidir. Emanet kulun kalbinde iyice yer edecek olursa o da o vakit mükellefiyetieri eda eder ve bunlardan yapmak durumunda olduklarını ganinıet bilir ve bunları bütün gayretiyle dosdoğru yerine getirmeye çalışır. Allah en iyi bilendir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellero)'in: "Kabarcık gibi izi kalır" ibaresindeki "el-vekt" azıcık iz demektir. el-Herevi böyle açıklamıştır. Başkası ise az miktardaki siyahlıktır diye açıklamıştır. Bunun önceki renkten farklı olarak ortaya çıkan renk demek olduğu da söylenmiştir. (2/168) "el-Mecel: kabarcık" ile ilgili olarak dilbilginleri ve hadisteki garip lafızlara dair eser yazmış ilim adamları, balta ve benzeri aletlerle iş yapmaktan ötürü elde meydana gelen ve içinde az su bulunup, yarım küre gibi meydana gelen kabarcıktır. "Sonra bir çakıl taş! alıp, onu yuvarladı." Biz burada "hasa" kelimesini böylece zaptettik, ne demek olduğu açıktır. yazmaların çoğunda ise "hasat" şeklinde tekil olarak gelmiştir. Bu da sahihtir. O aldığını yahut o şeyi yuvarladı demek olur ki yuvarladığı şey de çakıl taşıdır. Allah en iyi bilendir. et-Tahrir sahibi dedi ki: Hadisin anlamı şudur: Emanet kalplerden yavaş yavaş kalkacaktır. Onun ilk bölümü kalkacak olursa nuru gider ve onun yerine küçük bir kabarcığı andıran bir kabarcık oluşur. Bu ise önceki renkten farklı, yeni ortaya çıkan bir renktir. Başka bir şey daha giderse bu sefer kabarcık izini andıran bir halolur. Bu ise ancak bir süre sonra ortadan kalkabilen, kalıcı bir izdir. Bunun karanlığı ise bundan öncekinden daha fazladır sonra kalbe yerleştikten sonra bu nurun ortadan kalkıp, orda yer etmesinden sonra çıkmasını ve arkasından karanlığın gelmesini, ayağının üzerine ayağında iz bırakacak şekilde yuvarladığı bir kor ateşe benzetmektedir. O kor ateş oradan geçtikten sonra geriye kabarması kalır. Bir çakıl taşını alıp, onu yuvarlaması ile de sözü geçen hususa daha bir açıklık getirmek istemiştir. Allah en iyi bilendir. Huzeyfe (r.a.)'ın: "Üzerimden öyle bir zaman geçmişti ki, kiminle alışveriş yaptığı ma aldırmazdım ... Bugüne gelince ise ancak filan ve filan ile alışveriş yaparım." Burada kastedilen bildiğimiz alışveriştir. Şunu anlatmak istiyor: Ben (o zamanlar) emanetin kaldırılmadığını, insanlarda ahitlerine vefa ve bağlılık bulunduğunu biliyordum. Bundan dolayı durumunu araştırmadan insanlara ve onların emin olduklarına güvenerek önüme gelenle alışveriş yapardım, çünkü kendisiyle alışveriş yaptığım kişi eğer Müslüman ise dini ve güvenilirliği onu hainlik etmekten alıkoyar ve emaneti eksiksiz yerine getirmeye onu iter. Eğer kafir ise onu çalışmaya gönderen onun velisi olur. O da aynı şekilde bu velayetini ifa ederken emaneti gereği gibi yerine getirir, böylelikle benim o zimmı kimsedeki hakkımı çıkarıp alır. Bugüne gelince, emanet yok olup gitmiş bulunuyor. Artık kendisiyle alışveriş yaptığım kimseye de, zimmı kimseden sorumlu olana da emaneti eksiksiz yerine getireceklerine güvenim kalmamıştır. Bundan dolayı -belli sayıdaki kişileri kastederek- kendilerini tanıyıp, güvendiğim filan ve filandan başkası ile alışveriş yapmıyorum. et-Tahrir sahibi ve Kadı İyaz -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle diyor: Bazı ilim adamları buradaki mübayaayı (alışverişi) halifelik bey'ati ve bunun dışındaki din hususları ile ilgili akitler ve ahitleşmeler hakkında yorumlamışlardır. Ancak bu bir hatadır; çünkü hadiste bu görüşü çürüten bazı yerler vardır. Eğer hristiyan yahut Yahudi olursa ibaresi bunlardan birisidir. Bilindiği gibi hristiyan ve Yahudi ile din ile alakalı herhangi bir hususta akit yapılmaz. Allah en iyi bilendir. Fitnelerin arzedilmesi hakkındaki ikinci hadise (367) gelince, senedinde geçen Süleyman b. Hayyan'ın babasının adı Hayyan olup ye iledir, be ile değildir. "Rib'i"nin babasının adı Hiraş'dır. "Kişinin ailesi ve komşusu hakkındaki fitnesine namaz, oruç ve sadaka kefaret olur" sözü ile ilgili olarak dilbilginleri şöyle demişlerdir: Arap dilinde fitnenin asıl anlamı ibtila, imtihan ve ihtibar (sınamak, denemekıdır (2/170). Kadı İyaz dedi ki: Sonra dil örfünde sınamanın açığa çıkardığı her türlü kötülük hakkında kullanılmaya başlamıştır. Ebu Zeyd dedi ki: Bir kimse fitnenin içine düşüp de iyi bir halden kötü bir hale geçecek olursa, adam fitneye düştü denilir. Adamın aile halkı, malı ve çocuğu hakkındaki fitnesi ise onlara beslediği aşırı sevgiden, onlara karşı cimrilik etmekten tutun da onlarla uğraşırken pek çok hayrı yapacak fırsat bulamamaya kadar çeşit çeşittir. Nitekim yüce Allah: "Muhakkak mallarınız ve evlatlarınız bir fitnedir." (Enfal, 28) buyurmaktadır. Yahut onların yerine getirmesi gereken hakları onları tedib edip, onlara ilim öğretınesi gibi hususlardaki kusurları sebebiyle de fitneye maruz kalması sözkonusudur; çünkü o, onların bir çobanıdır ve kendisi sürüsünden sorumludur. Kişinin komşusu hakkındaki fitnesi de bu türdendir. İşte bütün bunlar hesaba çekilmeyi gerektiren fitnelerdir. Bunların bir kısmı hasenat ile örtülüp, affedilmesi ümit edilen küçük günahlardır. Nitekim yüce Allah: "Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir" (Hud, 114) buyurmaktadır. "Denizin dalgalandığı gibi dalgalanan" sözleri çalkalanan, biri diğerini iten demektir. O bu fitneleri aşırı büyüklükleri ve ileri derecedeki yaygınlık1arı sebebiyle denizin dalgasına benzemektedir. "Oradakiler sustu" ifadesindeki susmak anlamını veren fiilin başında hemze vardır. Dilcilerin çoğunluğu bu fiilin hemzeli ve hemzesiz kullanımının susmak anlamında iki ayrı söyleyiş olduğunu söylemişlerse de Esmaı hemzesiz, sustu, hemzeli ise (susup) başını önüne eğdi, demektir diye açıklamışlır. Oradakilerin susuş sebepleri ise, bu tür fitne ile ilgili bir şey bellememiş olmaları, sadece birinci tür ile ilgili bilgilerinin bulunmasından dolayıdır. "Babana aşk olsun" diye tercüme ettiğimiz "lillahi Ebuke" Arapların övmek için söylemeyi alışkanlık haline getirdikleri övücü bir ifadedir. Çünkü büyük birisine yapılan bir izafe şereflendirmek anlamındadır. Bunun için Allah'ın evi ve Allah'ın dişi devesi (beytullah, nakatullah) denilir. et-Tahrir sahibi der ki: Şayet çocukta övülecek bir hal bulunacak olursa ona: Senin gibi bir evlada sahip olduğu için babana aşk olsun, denilir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Fitneler kalplere hasır gibi çubuk çubuk arzedilir" buyruğundaki (by by): Çubuk çubuk lafızları üç farklı şekilde tespit edilmiş olup, bunların en açık anlaşılır ve en meşhur olanları ayn harfi ötreli ve dal ile olanlarıdır. İkincisi ise ayn harfi fethalı ve yine dal ile üçüncüsü ise ayn harfi fethalı fakat zel ile gelmiştir. Bununla birlikte et-Tahrir sahibi sadece birincisini zikretmiştir. Kadı İyaz ise her üç şekli de kendi imamlarından söz etmiş ve o da birincisini tercih ederek şöyle demiştir: Üstadımız Ebu'l-Huseyn b. Serrac "ayn"ın fethalı ve dal harfi ile olanını tercih etmiştir. (Devamla) dedi ki: Sunulmasının anlamı ise hasınn uyuyan kişinin böğrüne yapışıp, sıkı yapışmasından dolayı iz bıraktığı gibi kalplerin enine yani yanına yapışması demektir. Çubuk çubuk ifadesinin anlamına gelince, bu fitneler peyderpey ve tekrar tekrar arzedilir demektir. İbn Serrac dedi ki: Bunu noktalı zel ile rivayet edenlerin rivayetinin manası ise, fitnelerden Allah'a sığınmayı dilemektir. Yani bizler senden bizi bundan korumanı ve bize mağfiret buyurmanı dileriz, demektir. (2/171) Üstad Ebu Abdullah b. Süleyman dedi ki: Bunun anlamı, bu fitnelerin kalbin üzerinde görünmeleridir. Yani fitneler kalplere biri diğerinin arkasından zuhur eder. "Hasır gibi" ifadesi ise: Hasınn çubuk çubuk dokunması ve birinin diğerinin arkasına konulması gibidir, demektir. Kadı İyaz der ki: Buna göre ise ayn harfinin ötreli okunuşu ağırlık kazanmakta, tercih edilir hale gelmektedir; çünkü Araplara göre hasın dokuyan bir kimse bir çubuğu yerleştirdikten sonra bir diğerini alır ve onu da dokur. Fitnelerin kalplere birbiri arkasından arz edilmesini, hasınn çubuklarının dokuyu cu tarafından birbiri arkasına sıralanıp, dokunmasına benzetmektedir. Kadı der ki: Bana göre hadisin anlamı budur. Lafızlarının akışı ve benzetmenin sıhhati de buna delildir. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bu fitneler hangi kalbe içirilirse ona siyah bir leke konur. Hangi kalp de bunlara karşı çıkarsa onda da beyaz bir leke olur. " Kalplere içirilmesinin anlamı içine tamamen girip, oradan ayrılmaması ve adeta içilen bir şeyin yer etmesi gibi yer etmesi demektir. Yüce Allah: "Ve kalplerine buzağı içirildi" (Bakara, 93) buyurmuştur ki buzağının sevgisi içirildi, demektir. Arapların: Kırmızı içirilmiş elbise ifadeleri de ayrılmayacak şekilde kırmızı rengin ona karışması demektir. "Bir leke olur" ise bir nokta konur demektir. İbn Bureyd ve başkaları der ki: Bir şeyde kendi asıl renginden farklı bulunan her bir noktayı anlatmak için "nekt" denilir. "Onu inkar eden" onu reddeden anlamındadır. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sonunda iki kalbin üzerinde yer ederler. Biri dümdüz bir taş gibi bembeyazdır ... ve hiçbir münkere karşı çıkmaz ... :.' Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in dümdüz taşa benzetmesi beyazlığını açıklamak için değildir. Ama bu onun imana bağlılığı ve herhangi bir tutarsızlıktan yana esenlikte olması hususundaki sağlamlığının diğer bir niteliğidir. Ayrıca fitnelerin ona yapışmadığı ve onu etkilemediğini anlatmak istemiştir. Bu yönüyle tıpkı dümdüz taş (safa) gibidir. Safa ise ona hiçbir şeyin yapışmadığı dümdüz taşa denir. ''Alaca siyah" anlamındaki lafız bizim rivayetimizde ve ülkemizdeki asıllarda (b~r) şeklindedir, halalarak nasb edilmiştir. Kadı İyaz (rahimehullah) bu lafzın tespitinde bir ihtilaftan söz etmekte, bazılarının bizim dediğimiz gibi onu zaptetmiş olmakla birlikte (2/172) kimilerinin de bunu be' den sonra kesreli hemze ile (~r) diye rivayet ettiğini ifade etmiştir. Kadı İyaz der ki: Bu hocalarımızın çoğunun rivayetidir. Ama bunun aslı "müsvedd ve muhmarr: siyahlaşmış ve kırmızılaşmış" lafızları gibi "murbed" alacalı siyah şeklinde olmasıdır. Ebu Ubeyd ve el-Herevi de bunu böylece zikretmiş, hocalarımızın kimisi bunu Ebu Mervan b. Serrac'dan sahih olarak nakledildiğini belirtmiştir. Çünkü bu lafız (..l:))'den gelmektedir. Ancak kırmızılaştı, fiilini iki sakin arka arkaya geldiğinden ötürü mim'den sonra hemzeli olarak ... şeklinde kullananlar müstesna. O takdirde (....) ile (....) denilir. Her iki görüşe göre de dal harfi şeddelidir, ileride bunun açıklaması gelecektir. Mucahhı kelimesi meyletmiş, yan yatmış demektir. el-Herevi ve başkaları böyle açıklamışlardır. Hadisin ravisi kitapta bunu baş aşağı ifadesiyle açıklamıştır ki bu da eğilmiş, yan yatmış anlamına yakındır. Kadı lyaz dedi ki: İbn Serrac bana dedi ki: Baş aşağı testi gibi sözü daha önce geçen siyahlığı ile ilgili bir benzetme değildir. Bu onun baş aşağı dönmüş ve ters yüz olmuş olmakla nitelendirildiği bir başka vasfıdır. Öyle ki herhangi bir hayır ve bir hikmet ona erişmez. Ona baş aşağı dönmüş testiyi örnek gösterdikten sonra: "Ne bir iyiliği tanır, ne de bir kötülüğü reddeder" diye açıklamaktadır. Kadı lyaz da, şöyle demektedir: Hiçbir hayrı anlamayan kalbi eğilmiş ve içinde suyun kalamadığı testiye benzetmiştir. et-Tahrir sahibi de şöyle demiştir: Hadisin anlamı şudur: Kişi hevasına uyup, masiyetleri işleyecek olursa işlediği her bir masiyet sebebiyle kalbine bir karanlık girer. Kalp bu hale ulaşınca fitneye dalar ve ondan İslam'ın nuru zail olur. Kalp de testiye benzer. Baş aşağı dönerse içinde ne varsa dökülür ve arlık bundan sonra içine hiçbir şey girmez. "Sa'd'a: Esved murbad (alaca siyah) ne demektir? O siyah içinde şiddetli beyazdır, dedi" ibaresi ile ilgili olarak Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Üstatlarımızdan kimisi bu bir tashiftir derdi. Bu aynı zamanda Kadı Ebu'l-Velid el-Kinani'nin de görüşüdür. O dedi ki: Benim görüşüme göre bunun doğrusu siyah içinde beyaz gibidir şeklindedir. Çünkü siyah içinde ileri derecede beyazlığa bu isim verilmez. Ona eğer vücutta ise ablak, gözde ise haver denilir. Bu kelimenin kökü ise siyaha karışmış az miktardaki bir beyazlığı anlatmak için kullanılır. Çoğu deve kuşunun rengi gibi. İşte deve kuşuna rebda denilmesi de bundan dolayıdır. Doğrusu onun beyaz gibi olduğudur. Yoksa ileri derecede beyaz gibi olduğu değildir. Ebu Ubeyd, Ebu Amr'dan ve başkasından şunu nakletmektedir: Rebde siyah ile bulanık renk arasındaki bir renktir. İbn Bureyd ise rebde bulanık renk demektir. Başkası ise siyah ın bulanıklığa karışımıdır diye açıklamışlır. el-Harbi de şöyle demiştir: Deve kuşunun renginin bir kısmı siyah, bir kısmı beyazdır. İşte rengi değişip, ona siyah karışacak olursa kullanılan "erbede levmuhu" ifadesi buradan gelmektedir. Naftaveyh dedi ki: Murbed siyah ve beyaz ile parlayan renktir. (2/173) Renk renk olmasını anlatmak için kullanılan terebbede levnuh de buradan gelir. Allah en iyi bilendir. Huzeyfe (r.a.)'ın: "Ben ona seninle o fitneler arasında kırılması yakın bir kapı vardır. diye anlattım. Ömer (r.a.) da: Allah iyiliğini versin kırılacak mı (dedin). Eğer o açılmış olsaydı belki eski haline dönerdi dedi" ibarelerinde: "Seninle onlar (fitneler) arasında kapalı bir kapı vardır" sözleri yani sen hayatta iken bu fitnelerin hiçbirisi ortaya çıkmayacaktır demektir. "Kınlacak mı" sorusuna gelince, kınlanın tekrar eski haline gelmesi -c:.çılanın aksine- imkansızdır çünkü kırmak çoğunlukla ancak bir zorlama, galip gelme ve adeten ayrılıktan dolayı ortaya çıkar. "La eba lek: Babasız kalasın (Seni doğuran babaya aşk olsun, Allah iyiliğini versin)" deyimi hakkında et-Tahrir sahibi şöyle diyor: Bu Arapların herhangi bir şeye teşvik maksadıyla söyledikleri bir sözdür. Anlamı da şudur: İnsanın babası varken bir sıkıntı ile karşı karşıya kalıp, bir darlığa düşecek olursa babası ona yardım eder ve üzerinden bütün bunların bir kısmını kaldırır. Dolayısıyla çocuk tek başına kaldığı ve yardımcı olan babasının bulunmadığı halde gerek duyacağı çalışma ve gayrete ihtiyaç duymaz. Buna göre bu deyim kullanıldığı vakit sen bu işe hiçbir yardımcısı bulunmayan bir kimse imişsin gibi ciddiyetle sarıl, ona göre hazırlığını yap, demektir. "Ben ona bu kapının öldürülecek yahut ölecek bir adam olduğunu anlattım. Bu sözü mugalata olarak değil, dosdoğru bir söz olarak naklettim" sözlerinde öldürüleceğini belirttiği adam Sahihte onun Ömer b. el-Hattab (r.a.)'ın kendisi olduğu beyan edilmiştir. "Öldürülecek yahut ölecek" ifadesine gelince, Huzeyfe (r.a.)'ın bunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den bu şekilde tereddüt üzere dinlemiş olma ihtimali vardır. (2/174) Bundan kasıt ise durumu Huzeyfe ve başkaları için belirsizleştirmektir. Huzeyfe'nin öldürüleceğini bilmekle birlikte Ömer (r.a.)'a hitabında öldürüleceğini söylemekten hoşlanmamış olma ihtimali de vardır. Çünkü Ömer (r.a.) bu kapının kendisi olduğunu biliyordu. Nitekim bu husus Sahihte beyan edilmiş bulunmaktadır. Buna göre Ömer yarından önce gecenin geleceğini bildiği gibi, o kapının da kendisi olduğunu iyi biliyordu. Böylelikle Huzeyfe (r.a.) da Ömer'e öldürüleceğini haber veren bir ifade kullanmamakla birlikte maksadın gerçekleşeceği bir ifade kullanmış olmaktadır. "Mugalata olmayan bir söz" ibaresindeki "el-eğallt" uğluta'nın çoğuludur. Bu da mugalata olarak söylenen söze denilir. Bu sözleri ben ona doğru ve kesin bir söz olarak söyledim. Bu kitap ehlinin sahifelerinden alınmış bir söz de değildi, görüş sahibi bir kimsenin içtihadı da değildi. Aksine o söylediğim Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hadisi idi, demektir. Sonuç olarak, İslam ile fitneler arasındaki engel Ömer (r.a.)'dır. Önlerindeki kapı da odur. O hayatta kaldığı sürece fitneler girmeyecek ama öldükten sonra fitneler girecektir, demektir. Nitekim böyle oldu. Allah en iyi bilendir. Diğer rivayetteki (368): "Rib'i' den dedi ki: ... Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in fitneler hakkındaki sözünü kim bellemiştir. .. " "Dün"den kastı o günün bir önceki günü değil, geçmiş zamandır çünkü önceki gün hadisi naklettiği günden önceki gündür. Oysa onun kastettiği Huzeyfe, Ömer (r.a.)'ın yanından Medine'den ayrıldığı sırada Kfıfe'ye geldiği zamandır. (Dün anlamındaki) "ems" lafzı üç türlü söylenir. el-Cevheri dedi ki: Bu lafzın sonuna hareke gelmesi iki sakinin arka arkaya gelişinden dolayıdır. Ama Araplar bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğu bunun marife bir isim olarak kesre üzere mebni olarak kullanır. Kimisi bunu marife bir isim olarak irablar. Bütün Araplar ise başına elif lam geldiği yahut onu nekre ya da izafe yaptığı zaman irablı okurlar. Mesela: (.....): Mübarek dün geçti, dünümüz geçti, her bir yarın dün olacak denilir. 'Sibeveyh dedi ki: Şiirde fethalı olarak: "(...): Dünden beri" şeklinde kullanılmıştır. Bu açıklamalar el-Cevheri'ye aittir. el-Ezheri dedi ki: el-Ferra dedi ki: Araplardan başına elif lam getirilse dahi "ems" lafzını kesreli söyleyenler vardır

Urdu

نعیم بن ابی ہند نے ربعی بن حراش سے اور انہوں نےحضرت حذیفہ ‌رضی ‌اللہ ‌عنہ ‌ ‌ سے روایت کی کہ حضرت عمر ‌رضی ‌اللہ ‌عنہ ‌ ‌ نے فرمایا : تم میں کون ہمیں بتائے گا ( اور ان میں حذیفہ ‌رضی ‌اللہ ‌عنہ ‌ ‌ موجود تھے ) جو رسول اللہ ﷺ نے فتنے کے بارے میں فرمایا تھا ؟ حذیفہ ‌رضی ‌اللہ ‌عنہ ‌ ‌ نے کہا : میں ۔ آگے ابو مالک کی وہی روایت بیان کی ہے جو انہوں نے ربعی سے بیان کی اور اس میں حضرت حذیفہ ‌رضی ‌اللہ ‌عنہ ‌ ‌ کا یہ قول بھی بیان کیا کہ میں نے انہیں حدیث سنائی تھی ، مغالطے میں ڈالنے والی باتیں نہیں ، یعنی وہ حدیث رسو ل اللہ ﷺ کی جانب سے تھی ۔