Arabic

وَحَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى، حَدَّثَنَا جَعْفَرُ بْنُ سُلَيْمَانَ، عَنِ الْجَعْدِ أَبِي عُثْمَانَ، فِي هَذَا الإِسْنَادِ بِمَعْنَى حَدِيثِ عَبْدِ الْوَارِثِ ‏.‏ وَزَادَ ‏ "‏ وَمَحَاهَا اللَّهُ وَلاَ يَهْلِكُ عَلَى اللَّهِ إِلاَّ هَالِكٌ ‏"‏ ‏.‏
وحدثنا يحيى بن يحيى، حدثنا جعفر بن سليمان، عن الجعد ابي عثمان، في هذا الاسناد بمعنى حديث عبد الوارث . وزاد " ومحاها الله ولا يهلك على الله الا هالك

Bengali

ইয়াহইয়া ইবনু ইয়াহইয়া (রহঃ) ..... জাদ আবূ উসমান (রহঃ) থেকে উল্লেখিত সনদে 'আবদুল ওয়ারিস বর্ণিত হাদীসের অনুরূপ রিওয়ায়াত করেন। তবে এ হাদীসের বর্ণনাকারী নিম্নের বাক্যটি অতিরিক্ত বর্ণনা করেছেন, "আল্লাহ উক্ত গুনাহ মাফ করে দেন। আল্লাহর বিরুদ্ধে গিয়ে একমাত্র সে ধ্বংস হয় যার ধ্বংস অনিবার্য। (ইসলামিক ফাউন্ডেশনঃ ২৩৯, ইসলামিক সেন্টারঃ)

English

This hadith has been narrated with another chain of transmitters with the addition of these words:Allah would even wipe out (the evil committed by a man) and Allah does not put to destruction anyone except he who is doomed to destruction

French

Indonesian

Russian

(…) В другой версии этого хадиса он добавил: «…и Аллах сотрёт его, и погибнет у Аллаха только (действительно) погибший»

Tamil

மேற்கண்ட ஹதீஸ் மற்றோர் அறிவிப்பாளர் தொடர் வழியாகவும் வந்துள்ளது. அதில், "(ஒருவர் தாம் எண்ணியபடி ஒரு தீமையைச் செய்து விட்டால் அதை ஒரேயொரு குற்றமாகவே அல்லாஹ் எழுதுகிறான்.) அல்லது அதையும் அல்லாஹ் மன்னித்து விடுகிறான். (இத்துணை விசாலமான இறையன்புக்குப் பிறகும் ஒருவர் பாவத்தில் மூழ்கி அழிகின்றார் என்றால்,) அல்லாஹ்வின் திட்டப்படி அழியக்கூடியவர் தாம் (அவ்வாறு) அழிந்துபோவார்" என்று அதிகப்படியாக இடம்பெற்றுள்ளது. அத்தியாயம் :

Turkish

Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Süleyman, Ebu Osman el-Ca'd'dan bu isnadla Abdulvaris hadisinin manasında bir hadis rivayet etti. O şunu da ziyade etti: "Allah onu siler, Allah'a karşı (isyana) aşırı düşkün olanlardan başkası da helak olmaz. " Diğer tahric: Buhari, 42; Tuhfetu'l-Eşraf, 14714 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (325-337 numaralı hadisler) Bu babtaki senet bilgileri: (325) Umeyye b. Bistam el-Ayşl' vardır ki Bistam'ın be harfi meşhur görüşe göre kesrelidir. el-Metali sahibi fethalı olarak Bestam diye okunabileceğini de nakletmektedir. (2/144) el-Ayşi'nin nasıl okunacağı ile ilgili açıklamalarla birlikte Bistam'ın munsarıf olup olmadığı ile ilgili görüş ayrılıklarını da kaydetmiş bulunmaktayız. "Ebu Hureyre' den dedi ki... ve bu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabına ağır geldi dedi" rivayetinde "dedi" lafzını tekrar etmesi arada sözün uzamasından dolayıdır. Çünkü ifadenin asıl hali: Ayet nazil olunca (ashaba) ağır geldi, şeklindedir ama aradaki açıklamalar uzadığından "dedi" kelimesinin tekrarı güzeldir. Bu kitapta bunun benzeri ifadeler daha önce iki yerde de geçmiş ve bunu da açıklamasıyla birlikte zikretmiş idik. Ayrıca bunun benzerinin Kur'fın-ı Azimuşşan'da yüce Allah'ın: '~'kaba siz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra (evet) siz muhakkak çıkartılacaksınız diye sizi tehdit mi ediyor?" (Mu'minun, 35) buyruğunda "siz" lafzını tekrar ettiği gibi "önceden kendisi vasıtası ile kafirlere karşı zafer istedikleri ... Kendilerine gelince, onu inkar ettiler" (Bakara, 89) buyruğunda da benzeri anlatım ın geçtiğini de belirtmiştik. Allah en iyi bilendir. Hadiste, yüce Allah'ın: "Resullerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız" (Bakara, 285) buyruğu bizler kitap ehlinin yaptıkları gibi bir kısmına iman edip, bir kısmını inkar ederek iman bakımından aralarında fark gözetmeyiz. Aksine onların hepsine iman ederiz. Burada "bir" lafzı çoğul anlamındadır. Bundan dolayı "arasında" anlamındaki lafız gelmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "O zaman da sizden hiçbir kimse bunu ona yapmamıza engelolamazdı" (Hakka, 47) buyruğunda da böyledir. (327) Hadiste Muhammed b. Ubeyd el-Gubari vardır ki Gubar oğullarına mensuptur. (2/145) Mukaddimede buna dair açıklamalarda bulunmuştuk. Aynı hadisin senedinde geçen Ebu Avane'nin adı da el-Vaddfıh b. Abdullah'tır. (2/146) Yine aynı hadiste Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah ümmetime içlerinden geçirdiklerini bağışlamıştır" buyruğundaki "içlerinden" anlamındaki lafzı ilim adamları hem nasb, hem ref ile harekelemişlerdir. Her iki şekil de açıkça anlaşılmaktadır. Ancak nasb ile okunması daha anlaşılır ve daha meşhurdur. Kadı Iyaz dedi ki: "İçleri" anlamındaki lafız nasb ile okunmalıdır. Buna (hadiste geçen ve sahabinin sorduğu): "Herhangi birimiz içinden ... geçiriyor" ifadesi de buna delildir. Tahavi ve dilbilginleri dedi ki: Eğer içlerinden lafzını ref ile okurlarsa onun iradesi dışında içinden geçirdiklerini kastetmiş olurlar. Yüce Allah'ın: "Ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini biliriz" (Kaf, 16) buyruğunda olduğu gibi. Allah en iyi bilendir. (330) Hadiste "Ebu'z-Zinfıd, Arec'den" isnadı yer almaktadır ki Ebu'z-Zinad'ın adı Abdullah b. Zekvan, künyesi Ebu Abdurrahman'dır. Ebu'z-Zinad da onun daha meşhur olan lakabıdır. Bu lakabıyla çağrıldığında da kızarmış. A'rec'in adı ise Abdurrahman b. Hurmuz'dür. (2/147) Bu iki ravi her ne kadar meşhur iseler de bunlara dair açıklamalar da daha önceden geçti. Şu kadar var ki her ikisinin de isimlerinin ne olduğunu bu kitabı tetkik eden bazı kimseler için bilinmeyebilir (bunun için hatırlattık). (334) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sizden biriniz İslamını güzelleştirirse ... " (2/148) buyruğundaki İslamını güzelleştirmesi münafıkların Müslümanlığı gibi değil de gerçek manada Müslüman olursa demektir. Buna dair açıklama daha önceden de geçmişti. Yine bu babta (335) Ebu Halid el-Ahmer geçmektedir ki adı Süleyman b. Hayyan'dır. Daha önceden açıklaması geçtiği gibi. (336) Şeyban b. Ferruh hem acemi (Arapça olmayan), hem özel bir isim olduğundan dolayı (Ferruh) munsarıf değildir. Daha önceden de açıklaması geçmişti. Yine aynı hadisin senedinde Ebu Reca el-Utaridi geçmektedir ki adı İmran b. Teym'dir, b. Milhan ve b. Abdullah olduğu da söylenmiştir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zamanına yetişmiş olmakla birlikte onu görmemiştir, Mekke fethedildiği sene Müslüman olmuştur. 120 yıl yaşamıştır. 128 yıl yaşadığı, 130 yıl yaşadığı da söylenmiştir. HADİSLERİN FIKHİ ANLAMLARI Bu başlık(lar)daki hadislerin fıkhi hükümleri ve anlamları pek çoktur. Yüce Allah'ın izniyle ben bunlardan gözetilen maksatları kısaca kaydedeceğim. 1- "Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çekecektir" (Bakaraı 284) ayeti nazil olunca, bu ashab (r.a.)'a ağır geldi ve "buna güç yetiremiyoruz dediler" bölümü ile ilgili olarak İmam Ebu Abdullah el-Maziri (rahimehullah) şöyle diyor: Korkup çekinmelerinin ve bizim bunun altından kalkmaya gücümüz yetmez demelerinin sebebinin onların irade ile isteyerek kazanılmayan, insanın içinden geçen ve önlemeye gücü yetmediği hususlar sebebiyle sorumlu tutulacaklarına inanmalarından ötürü olabilir. Bundan dolayı onlar böyle bir işi güç yetirilemeyen işlerden kabul ettiler. Mezhebimize göre güç yetirilemeyen hususların teklifi aklen caizdir ama şeriatta bu tür teklifler ile taabbüd emrinin bulunup bulunmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Allah en iyi bilendir. 2- (325) Hadisteki: "Onlar bunu yapınca yüce Allah da onu nesh etti ve: "Allah hiçbir kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemez" (Bakara, 286) buyruğunu indirdi" ifadeleri ile ilgili olarak el-Maziri (rahimehullah) dedi ki: Buna nesh denilmesi tartışılır. çünkü nesh ancak ikisi ile amelde bulunmanın imkansız olması ve ayetlerden birinin diğeri ile birlikte ele alınmasına imkan bulunmaması halinde söz konusu olur. Yüce Allah'ın: "İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de ... " (Bakara, 284) buyruğu, kişinin önleyebilme imkanı bulunan ve bulunmayan içinden geçen düşünceleri kapsayabilmesi mümkün, umumi bir ifadedir. Bu durumda diğer ayet, bunu tahsis eden bir buyruk olur. Şu kadar var ki, eğer sahabe halin karinesi ile kişinin içinden geçmesini önleyemediği hususlarla da taabbud etmeleri kanaati yer etmiş ise, o takdirde bu nesh olur. Çünkü böylelikle sabit ve yerleşmiş bir hüküm kaldırılmış olur. el-Maziri'nin sözleri bunlardır. Kadı Iyaz da şöyle diyor: Bu meselede neshin uzak bir ihtimalolduğunu söylemenin açıklanabilir bir tarafı yoktur. Çünkü bu ayeti rivayet eden kişi onun nesh olduğunu da rivayet etmiş ve açık lafızIa da bunu ifade etmiştir. Ayrıca Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendilerine iman etmek, dinleyip itaat etmek emrini vermesi suretiyle mana itibariyle de sözkonusu olmuştur. Çünkü yüce Allah kendilerine (bunlardan dolayı) kendilerini sorgulayacağını bildirmişti. Onlar denileni yapıp, yüce Allah da kalplerine imanı sağlamca yerleştirip -bu hadiste açıkça belirtildiği üzere- dilleri de bunu kolaylıkla ifade edip teslimiyet gösterince Allah karşı karşıya kaldıkları darlığı kaldırdı, bu yükümlülüğü nesh etti. Nesh olduğunu bilmenin yolu ise ya onun ile ilgili haber vermek yoluyla olur yahut tarih (nesheden buyruk ve neshedilen buyruğun bildirilme zamanları) ile bilinir. Bu iki husus da bu ayet-i kerimede bir arada bulunmaktadır. Kadı Iyaz dedi ki: el-Maziri'nin: İki buyrukla am el imkansız olduğu zaman ancak nesh olur sözü, hakkında neshe dair nassın bulunmadığı hallerde doğrudur. Eğer nas gelmiş ise o takdirde biz de orada dururuz. Fakat usul alimleri sahabinin (r.a.um): Şu hüküm bununla nesh olmuştur şeklindeki sözü ile neshin sabit olduğu bir delil midir yoksa sadece onun sözü ile nesh sabit olmaz mı, hususunda ihtilaf etmişlerdir. Yalnızca sahabinin sözü ile neshin sabit olmayacağı Kadı Ebu Bekr'in ve usul alimlerinin muhakkiklerinin görüşüdür. Çünkü sahabinin söylediği bu söz kendi içtihadı ve yorumundan hareketle söylenmiş olabilir. Bu durumda bu husus Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den nakledilmediği sürece ne sh olmaz. İlim adamları bu ayet hakkında da ihtilaf etmişlerdir. Sahabe-i kiram ve onlardan sonra gelenlerin müfessirlerinin çoğunluğu az önce geçtiği gibi bu ayette neshin sözkonusu olduğu kanaatindedirler. Ancak müteahhirlerden kimisi bunu kabul etmeyerek şöyle demiştir: Bu buyruk bir haberdir, haberlerde ise nesh sözkonusu değildir ama durum müteahhir alimlerden olan bu kimsenin söylediği gibi değildir. Her ne kadar buyruk bir haber ise de bu bir yükümlülüğü ve nefislerin içinden geçirdiklerinden dolayı sorumlu tutulacağını ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendilerine bunu emretmek suretiyle taabbud etmelerini dinleyip, itaat ettik demelerini ifade eden bir haberdir. Bunlar ise dil ile söylenen sözler ve dilin ve kalbin amelleridir sonra yüce Allah üzerlerinden sıkınbyı ve sorumlu tutulmayı kaldırmak suretiyle bu hükmü neshetmiştir. Kimi müfessirden burada sözkonusu edilen neshin, kalplerine anı olan sıkıntı ve bu emirden korkunun kaldırılması olduğunu söylediği de rivayet edilmiştir. Onların bu halleri diğer ayet-i kerime ile giderilmiş ve böylelikle nefisleri rahatlamış oldu. Bu kanaat sahibi kişi onların güç yetiremedikleri şeylerle yükümlü tutulmadıkları ama kendilerine ağır gelen içlerinden geçenlerden korunmak ve içlerini ihlaslı kılmak gibi ağır bir işle yükümlü tutuldukları kanaatindedir. Bu sebeple onlar da bu türden güçlerinin yetmeyeceği işlerle yükümlü tutulacaklarından korktular. Bu buyrukla bu korkuları da izale edilmiş oldu. Böylelikle onların ancak güçlerinin yettiği hususlarla mükellef kılındıklarını da peyan buyurulmuş oldu. Buna göre ise bu buyrukta güç yetirilemeyen hususlar ile mükellef tutmanın caiz (mümkün) olduğuna dair bir delil bulunmamaktadır. Çünkü bu buyrukta böyle bir husus ile mükellef tutulduğuna dair nas yoktur. Bazıları da yüce Allah'ın: "Rabbimiz güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükletme" (Bakara, 286) buyruğu ile onların bu halden (güç yetiremeyecekleri şeylerle yükümlü tutulmalarından) Allah'a sığınmış olduklarını delil göstermektedir (2/150). Onlar ise ancak teklifi mümkün olan şeylerden ona sığınırlar. Kimisi de buna, bu ancak zorlanarak, meşakkat çekerek güç yetirebileceğimiz şeyleri bizlere yükleme demektir, diyerek cevap vermişlerdir. Bazılarının kanaatine göre de ayet-i kerime müminlerle kafirlerin yakin ve şüphelerinin saklılığı hususunda muhkemdir. Müminlerin (bu husustaki kusurları) mağfiret olunur, kafirlere ise azap edilir. Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın açıklamaları burada sona ermektedir. İmam Vahidi (rahimehullah) de ayet-i kerimenin neshi hususundaki görüş ayrılıklarını sözkonusu ettikten sonra şunları söylemektedir: Muhakkikler ayet-i kerimenin mensuh değil, muhkem olduğu kanaatini tercih ederler. Allah en iyi bilendir. 3- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (327): "Söylemedikçe yahut gereğince amel etmedikçe ümmetime içlerinden geçenleri bağışlamıştır" buyruğu ile (331 diğer hadiste: "Kulum bir kötülük yapmak isterse onu aleyhine yazmayınız ... "ve (334) diğer hadiste iyilik hakkında: "Yedi yüz katına kadar" (333) önceki hadiste kötülük hakkında: "Onu benim için terketti" buyrukları hakkında İmam el-Maziri (rahimehullah) dedi ki: Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib'in görüşüne göre kalbinden bir masiyeti kararlaştırıp, içten içe buna kendini hazırlarsa bu şekildeki inanç ve kararlılığından ötürü günahkar olur. Bu ve benzeri hadislerde sözkonusu edilen hükümler ise bunların kendisini masiyet işlemekte içten içe hazırlayıp alıştırmayan içinde yer etmeksizin böyle bir şeyi hatırından geçiriveren kimseler hakkında yorumlanır. İşte buna (hadiste geçtiği üzere) "hemm" denilir. Böyle diyerek hem ile azm (kararlaştırmak) arasında ayırım gözetmektedir. Kadı Ebu Bekr'in görüşü budur. Fakat fukahanın ve muhaddislerin çoğunluğu da ona muhalefet etmiş ve hadisin zahiri anlamını kabul etmişlerdir. Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Genelolarak selef ve fakihlerle muhaddislerin ilim ehli, Kadı Ebu Bekr'in benimsediği kanaattedir. Bunun sebebi ise kalplerin amellerinden dolayı sorgulamanın sözkonusu olduğuna delil teşkil eden hadis-i şerifterdir. Ama onlar böyle bir azim ve kararlılık bir günah olarak yazılır fakat içinden geçirdiği günah böyle değildir. Çünkü onu fiilen işlememiştir. Yüce Allah'ın korkusu ve ona yönelişten başka bir husus da onu işlemekten onu engellemiştir. Ama ısrarın kendisi ve kararlılık bir masiyettir, bu sebeple bu bir masiyet olarak yazılır. Şayet onu işleyecek olursa bu sefer ikinci bir masiyet olarak yazılır. Eğer yüce Allah'tan korkusundan dolayı onu terk ederse bir hasene olarak yazılır. Hadiste: "Çünkü onu benim için terk etmiştir" denildiği gibi. Böylelikle onun o masiyeti işlemeyi terk etmesi yüce Allah'tan korktuğu içindir. Onun kötülüğü emreden nefsine karşı bu hususta direnmesi ve hevasına karşı gelmesi de bir iyiliktir. 4- Herhangi bir şekilde yazılmayan içten geçen düşünceler ise nefsin kendilerine alıştırılmadığı, beraberinde bir kararlılık, bir niyet ve bir azim bulunmayan geçici düşüncelerdir. Bazı kelamcılar yüce Allah korkusundan dolayı değil de insanlardan korktuğu için böyle bir düşünceyi terk etmesi halinde ona bir iyilik yazılıp yazılmayacağı hususunda görüş ayrılığı bulunduğunu sözkonusu etmiş ve yazılmaz demişlerdir. Çünkü onu terk etmeye iten husus hayasıdır. Fakat bu görüş oldukça zayıftır, açıklanabilir bir tarafı yoktur. Kadı Iyaz'ın sözleri burada sona ermektedir. Bu açıklamalar güzeldir, buna herhangi bir şeyeklemeye gerek yoktur. 5- Kalpte yer eden kararlılık sebebiyle sorumluluğun sözkonusu olacağına dair şer'i naslar birbirini desteklemektedir. Yüce Allah'ın şu buyrukları bunlardandır: "Şüphe yok ki müminler arasında hayasızlıkların yayılmasını sevenlere ... çok acıklı bir azap vardır." (Nur, 19); "Zannın birçoğundan kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır." (Hucurat, 12) Bu hususta (2/151) ayet-i kerimeler pek çoktur. Kıskanmanın, Müslümanları küçük görmenin, onlar hakkında hoş olmayan şeyleri dilemenin ve daha başka kalp amellerinin ve bunları kararlaştırmanın haram olduğu üzerinde şer'i naslar ve alimlerin icmaı birbirini pekiştirmektedir. 6- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (337): ''Allah'a karşı (isyana) aşırı düşkün olandan başkası helak olmaz" buyruğu hakkında Kadı Iyaz (rahimehullah) şunları söylemektedir: Yüce Allah'ın rahmetinin genişliği, lütfu keremi ve işlememesi halinde kötülüğü bir hasene, işlemesi halinde tek bir kötülük, iyiliği niyet edip işlememesi halinde bir iyilik, işlemesi halinde on katından yedi yüz katına ve daha pek çok katına kadar mükafat vermekle birlikte helak olması kesinleşmiş ve karşısında hidayetin kapıları kapanmış kimse demektir. İşte bunca geniş rahmetten mahrum kalan, bu lütfu elde edemeyip, birer birer yazılmakla birlikte kötülükleri, kat kat yazılan hasenatından daha fazla gelecek şekilde çoğalan bir kimse elbette ki helak olmuş ve mahrum kalmış bir kimsedir. Allah en iyi bilendir. İmam Ebu Cafer et-Tahavi (rahimehullah) dedi ki: Bu hadislerde hafa:za meleklerinin kalplerin amellerini ve kararlılıklarını -zahir ameller dışındakiler yazılmaz diyen kimselerin kanaatine aykırı olarak- yazdıklarına delil bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir. 7- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (336): "Yedi yüz katına kadar ve daha pek çok katına kadar" buyruğu ise, ilim adamları tarafından sahih ve tercih edilen kanaati açıkça ifade etmektedir. Sözkonusu bu kanaat ise iyiliklerin kat kat ödüllendirilmesinin yedi yüz kat ile sınırlı olmadığıdır. Kadıların en kadısı Ebu'l-Hasan el-Maverdi bazı ilim adamlarından kat kat mükafatın yedi yüz katı aşmayacağı görüşünü nakletmiş ise de bu görüş bu hadis dolayısıyla yanlıştır. Allah en iyi bilendir. 8- Bu babtaki hadisler yüce Allah'ın bu ümmete -Allah şerefini daha da arttırsın- lütuf ve ikramını açıkça ifade etmekte, diğer ümmetler üzerindeki ağır yükleri üzerlerinden hafifletmiş olduğunu ortaya koymakta, ashab-ı kiram (r.a.um)'ın şeriatın hükümlerine itaat ve boyun eğmekte ne kadar ellerini çabuk tuttuklarını beyan etmektedir. Ebu İshak ez-Zeccac dedi ki: Yüce Allah'ın: "Rabbimiz unutur yahut hata edersek bizi sorumlu tutma" (Bakara, 286) ile başlayıp, surenin sonuna kadar devam eden bu duada yüce Allah Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ve müminlerin durumunu haber vermekte ve bunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den ve ashabtan sonra gelecek olan kimselerin bu duayı yapmaları için kitabına koymuş bulunmaktadır. Bundan dolayı bu ezberlenmesi ve çokça yapılması gereken bir duadır. 9- ez-Zeccac dedi ki: Yüce Allah'ın: "Kafir/er topluluğuna karşı da bize yardım et" (Bakara, 286) buyruğu hem delil bakımından, hem savaşta, hem de dinin yükselip, güçlenmesinde bizleri onlara karşı muzaffer kıl, demektir. Bu Sahihin namaz bölümünde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Kim bir gecede Bakara suresinin sonundaki iki ayeti okursa onlar ona yeter" buyurduğu gelecektir. O gecenin kıyam ile geçirilmesi yerine ona yeter diye açıklandığı gibi, o gece hoşuna gitmeyecek hususlara karşı ona yeterler diye de açıklanmıştır. (2/152) Allah en iyi bilendir

Urdu

جعفر بن سلیمان نے جعد ابوعثمان سے عبد الوارث کی حدیث کے ہم معنی روایت کی اور یہ اضافہ کیا : ’’یا اللہ نے اسے مٹا دیا او راللہ کے ہاں صرف وہی ہلاک ہوتا ہے جو ( خود ) ہلاک ہونے والا ہے ( کہ اللہ کے اس قدر فضل و کرم کے باوجود تباہی سے بچ سکا ۔ ‘ ‘)