Arabic
حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ الْمُنْذِرِ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ فُلَيْحٍ، قَالَ حَدَّثَنِي أَبِي، عَنْ هِلاَلِ بْنِ عَلِيٍّ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ ـ رضى الله عنه ـ قَالَ سَمِعْتُهُ يَقُولُ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَلَّى لَنَا يَوْمًا الصَّلاَةَ، ثُمَّ رَقِيَ الْمِنْبَرَ فَأَشَارَ بِيَدِهِ قِبَلَ قِبْلَةِ الْمَسْجِدِ، فَقَالَ " قَدْ أُرِيتُ الآنَ ـ مُنْذُ صَلَّيْتُ لَكُمُ الصَّلاَةَ ـ الْجَنَّةَ وَالنَّارَ مُمَثَّلَتَيْنِ فِي قُبُلِ هَذَا الْجِدَارِ، فَلَمْ أَرَ كَالْيَوْمِ فِي الْخَيْرِ وَالشَّرِّ، فَلَمْ أَرَ كَالْيَوْمِ فِي الْخَيْرِ وَالشَّرِّ ".
حدثنا ابراهيم بن المنذر، حدثنا محمد بن فليح، قال حدثني ابي، عن هلال بن علي، عن انس بن مالك رضى الله عنه قال سمعته يقول ان رسول الله صلى الله عليه وسلم صلى لنا يوما الصلاة، ثم رقي المنبر فاشار بيده قبل قبلة المسجد، فقال " قد اريت الان منذ صليت لكم الصلاة الجنة والنار ممثلتين في قبل هذا الجدار، فلم ار كاليوم في الخير والشر، فلم ار كاليوم في الخير والشر
Bengali
আনাস ইবনু মালিক (রাঃ) হতে বর্ণিত। তিনি বলেন, নবী সাল্লাল্লাহু আলাইহি ওয়াসাল্লাম একদিন আমাদেরকে নিয়ে সালাত আদায় করলেন। এরপর মিম্বারে উঠলেন এবং মসজিদের কিবলার দিকে হাত দিয়ে ইংগিত করে বললেনঃ এইমাত্র যখন আমি তোমাদের নিয়ে সালাত আদায় করছিলাম, তখন এ দেয়ালের সামনে আমাকে জান্নাত ও জাহান্নাম দেখানো হলো। আমি অদ্যকার ন্যায় ভাল ও মন্দ আর কোন দিন দেখিনি। কথাটি দু’বার বললেন।[1] [৯৭] (আধুনিক প্রকাশনী- ৬০১৮, ইসলামিক ফাউন্ডেশন)
English
Narrated Anas bin Malik:Once Allah's Messenger (ﷺ) led us in prayer and then (after finishing it) ascended the pulpit and pointed with his hand towards the Qibla of the mosque and said, "While I was leading you in prayer, both Paradise and Hell were displayed in front of me in the direction of this wall. I had never seen a better thing (than Paradise) and a worse thing (than Hell) as I have seen today, I had never seen a better thing and a worse thing as I have seen today
Indonesian
Telah menceritakan kepadaku [Ibrahim bin Al Mundzir] telah menceritakan kepada kami [Muhammad bin Fulaih] dia berkata; telah menceritakan kepadaku [Ayahku] dari [Hilal bin Ali] bahwa aku mendengar [Anas bin Malik] radliallahu 'anhu berkata; Suatu hari Rasulullah shallallahu 'alaihi wasallam mengimami kami shalat, kemudian menuju mimbar dan memberi isyarat dengan tangannya ke arah kiblat masjid lalu bersabda: "Sungguh telah diperlihatkan kepadaku sekarang ini surga dan neraka tergambar jelas pada dinding ini sejak saya shalat bersama kalian. Saya tidak pernah melihat kebaikan dan kejelekan seperti hari ini, Saya tidak pernah melihat kebaikan dan kejelekan seperti hari ini
Russian
Передается от Анаса ибн Малика, да будет доволен им Аллах: «Однажды Посланник Аллаха ﷺ совершил с нами молитву, а затем (после её завершения) взошёл на минбар, указал рукой на киблу мечети и сказал: “Пока я совершал сейчас с вами молитву, передо мной в направлении этой стены были показаны Рай и Ад. Я никогда не видел лучшего (чем Рай) и худшего (чем Ад), как сегодня, я никогда не видел лучшего и худшего, как сегодня”»
Tamil
அனஸ் பின் மாலிக் (ரலி) அவர்கள் கூறியதாவது: அல்லாஹ்வின் தூதர் (ஸல்) அவர்கள் ஒருநாள் எங்களுக்கு (லுஹ்ர்) தொழுகையை தொழவைத்துவிட்டுப் பிறகு சொற்பொழிவு மேடையில் (மிம்பரில்) ஏறி கிப்லா திசையில் தமது கையால் சைகை செய்தவாறு கூறினார்கள்: நான் உங்களுக்குத் தொழுவித்துக் கொண்டிருந்தபோது இந்த முன்சுவற்றில் சொர்க்கம் மற்றும் நரகத்தின் காட்சி எனக்குக் காட்டப்பட்டது. நன்மை தீமை(களின் விளைவு)களை இன்று கண்டதைப் போன்று என்றும் நான் கண்டதில்லை. நன்மை தீமை(களின் விளைவு)களை இன்று கண்டதைப் போன்று என்றுமே நான் கண்டதில்லை (என்று பலமுறை கூறினார்கள்).50 அத்தியாயம் :
Turkish
Enes İbn Malik r.a. şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün bizlere namaz kıldırdı, sonra minbere çıktı ve eliyle mescidin kıble tarafına işaret edip göstererek şöyle buyurdu: "Şimdi sizlere namaz kıldırdığımdan beri mescidin şu kıble duvarı önünde cennet ve cehennem, misallendirilmiş olarak bana gösterildi. Ben hayır ve şerde bugünkü gibisini görmedim, hayır ve şerde bugünkü gibisini görmedim!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kast" yani mutedil doğru yolu tutma, bir başka ifadeyle bunun müstehab olduğu. İleride bilginlerin "es-sedad" kelimesini, "kast" kelimesiyle açıkladıkları gelecektir. Bu açıklamayla hadisle başlık arasındaki münasebet ortaya çıkmaktadır. "Ve'l-müdaveme ale'l-amel" yani salih amele devam etme. İmam Buhari bu başlık altında sekiz hadise yer vermiştir. Bu hadislerin tümü salih amele -az bile olsa- devamı teşvik etmekte ve hiç kimsenin kendi ameli ile cennete giremeyeceğini, aksine Allah'ın rahmeti sayesinde gireceğini ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in namazında cenneti ve cehennemi gördüğünü ifade etmektedir. Birinci hadis atılan başlığı açıklamak için asıl hadistir. İkincisi ise konu dışı olarak zikredilmiştir. Onun da başlıkla ilişkisi vardır. İbn Battal bu hadisle, Allahu Teala'nın "Onlara 'işte size cennet; yapmış olduğunuz iyi ameilere karşılık ona varis kılındınız' diye seslenilir"(Araf 43) ayetinin cem ve telifi konusunda özetle şöyle demiştir: Ayet cennetteki makam ve mertebelere amellerle erişilir şeklinde yorumlanmıştır. Çünkü cennetin dereceleri kişinin amellerinin farklılığına göre farklılık gösterir. Hadis ise cennete girme ve orada ebedi kalma ile ilgili olarak yorumlanmıştır. İbn Battal bunun ardından yukarıdaki cevaba Allahu Teala'ın "(Onlar) meleklerin 'size selam olsun. Yapmış olduğunuz (iyi) işlere karşılık cennete girin' diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir. "(Nahl 32) ayetini vermektedir. Bu ayet cennete girmenin de amellere göre olacağını açıkça belirtmektedir. İbn Battal buna ayetin lafzının mücmel olduğunu ve onu hadisin beyan ettiğini belirterek cevap vermiştir. Buna göre ayetin takdiri yapmış olduğunuz amellere karşılık cennetin makamlarına ve köşklerine giriniz şeklindedir. Yoksa bundan maksat cennete girmek değildir. İbn Battal daha sonra şöyle der: Hadisin ayet i tefsir etmiş olması mümkündür. Buna göre ayetin takdiri Allah'ın size olan rahmeti ve ihsanı ile birlikte yapmış olduğunuz amellere karşılık cennete girin şeklinde olur. Zira cennetin mertebeleri Allah'ın rahmeti sayesinde böıüşüıür. Cennete giriş de aynı şekilde onun rahmeti sayesindedir. Zira o amel edenlere sayesinde nail oldukları ameli ilham etmektedir. Onun kullarına verdiği müka.fat1ardan hiçbiri, rahmeti ve ihsanından hali değildir. Allahu Teala kullarını yoktan var ederek, sonra rızıklandırarak, ardından kendilerine ilim vererek daha ilk başta ihsanda ve lütufta bulunmuştur. İbnü'l-Cevzı şöyle der: Bütün bu açıklamalardan dört hüküm çıkmaktadır: 1- Amele muvaffak kılınmak Allah'ın rahmeti sayesindedir. Allah'ın daha önceden olan rahmeti olmasaydı, ne iman, ne de sayesinde kurtuluşun kazanıldığı itaat olmazdı. 2- Kulun sağladığı menfaatler efendisi içindir. Dolayısıyla onun ameli me vlasının hakkıdır. Mevlası ona ne kadar müka.fat verirse versin bu efendinin kendi ihsanından ve lütfundandır. 3- Bazı hadislerde cennete girmenin bizzat kendisi Allah'ın rahmeti ve cennetteki derecelerin taksimi ise amellere göredir denilmektedir. 4- İtaat amelleri kısa bir zaman dilimini almaktadır. Buna verilen sevap ise bitip tükenmez. Kısa bir zaman alan amelin karşılığı olarak verilen bitip tükenmeyen bir nimet, amellerin karşılığı değil, Allah'ın lütuf ve ihsanıdır. "Bi rahmetin" Ram şöyle demiştir: Bu hadis amel eden kimsenin kurtuluşu talep ederken ve cennetteki derecelere ermede kendi ameline güvenmesinin doğru olmadığını göstermektedir. Çünkü kul ancak Allah'ın muvaffak kılması sayesinde am el etmektedir. O masiyeti Allah'ın koruması sayesinde terk etmektedir. Bütün bunlar onun lütfu ve rahmeti iledir. "Seddidu." Bunun manası doğru yolu tutunuz ve ona yöneliniz şeklindedir. Bu ara cümlenin (istidrak) manası şudur: Kulun cennete kendi ameli ile gidemeyeceği vurgusundan amelin faidesizliği anlaşılabilir. Bundan dolayı sanki "Bilakis amelin faydası vardır. Amel kişiyi cennete sokan rahmetin varlığına alamettir. Dolayısıyla amel ediniz ve amelinizle doğruya yöneliniz. Bir başka ifadeyle gerek ihlas ve gerekse başka şeylerle sünnete uyunuz ki ameliniz kabul edilsin ve üzerinize rahmet insin" denilmektedir. "Karibu" yani ifrat etmeyiniz. İfrat edip de ibadette nefsinizi bitirmeyiniz. Çünkü bu sizi usanmaya götürür ve am eli büsbütün terk edip, ifrata gidersiniz. Bunun zühd konusunda İbnü'l-Mübarek'ten mevkuf olan Abdullah İbn Amr hadisiyle şahidi vardır. Abdullah İbn Amr şöyle der: "Bu din sağlamdır. Onda yumuşaklıkla ilerleyiniz. Nefislerinizi Allah'a ibadetten nefret ettirmeyiniz. Çünkü biniti helak olmuş olan kimse ne bir yol kat eder, ne de binecek herhangi bir sırt bulabilir." Bu ifadede geçen "el-münbett" çok yol almaktan dolayı biniti helak olmuş kişi demektir. Kelime "kesmek" anlamına gelen "el-bett" kökünden türemedir. Abdullah İbn Amr şunu söylemiş olmaktadır: Nefislerini Allah'a ibadetten nefret ettiren kimse yoldan kesilmiş olur. Maksadına eremez. Yumuşak davransa kendisini hedefine ulaştıracak olan binitini kaybeder. "Gündüzün ilk ve son saatlerinde yürüyün, gecenin sonunda da bir miktar faydalanın." Bu ifadede yer alan "el-ğuduvvu" gündüzün ilk saatinde yürümek, "er-revah" ise gündüzün ikinci yarısının baş tarafında yürümektir. "ed-Dulce" ise gece yürüyüşüdür. Arapça'da "Sara dulceten mine'l-leyl" denilir ki manası geceleyin bir süre yürüdü demektir. Bundan dolayı "şeyen mine'd-dulce" denilmiştir ki bunun sebebi bütün gecE' yürümenin zorluğundan dolayıdır. Burada adeta günün tamamının oruçla geçirilmesi, gecenin ise bir kısmında ibadet edilmesi ve bundan da genelolarak bütün ibadet şekillerinde böyle davranılması gerektiğine işaret vardır. Hadis ibadetlerde yumuşak davranmaya teşvik etmektedir. Bu da Buharlinin attığı başlığa uygun düşmektedir. O bunu yürüyüşe delalet eden bir kelime ile ifade etmiştir. Çünkü abid ikamet mahalline -cennete- giden yolcu gibidir. "el-Kasta" yani mutedil ve orta olan yolu tutunuz. "İklefu." Bundan maksat bir şeyi gayesine ulaştırmak demektir. Arapça'da keleftu "bi'ş-şey'i" denilir ki manası ona şiddetle sarıldım demektir. Burada "ame!" kelimesinden maksat namaz, oruç ve bunun dışındaki diğer ibadetlerdir. "Ma tutikCıne" yani takat getirebildiğiniz kadar. Kısacası Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ibadetlerde ciddiyeti ve onları son sınırına kadar ulaştırmayı emretmektedir. Fakat bu ibadeti yaparken insanı usanmaya ve bıkkınlığa götürecek meşakkatlerin 01mamasıyla kayıtlıdır. "O herhangi bir şeyi günlerden birine tahsis eder miydi?" Yani Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem benzerini başka günlerde yapmadığı özel bir ibadeti herhangi bir güne tahsis eder miydi? Hz. Aişe o soruya hayır diye cevap vermiştir. Ancak bu noktada ortaya bir sorun çıkmaktadır. Çünkü Sıyam Bölümünde açıklaması yapıldığı üzere Hz. Aişe Resulullah s.a.v.'in oruçlarının çoğunun Şaban ayında olduğunu belirtmiştir ve yine Sünenlerde yer aldığı ve daha önce açıklandığı üzere Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem her ayın 13, 14 ve 15. günlerinde "eyyam-ı bıyd" (oruç tuttuğu) nakledilmiştir. Bu probleme Hz. Aişe'nin maksadı muayyen bir ibadeti özel bir vakte tahsis etmediğidir. Onun Şaban ayında çok oruç tutması şiddetli durumlarla çok karşılaşmasındandı. Resulullah s.a.v. savaş dolayısıyla sık sık sefere çıkar ve oruç tutmak istediği bazı günlerde orucunu tutamazdı. Bazen de bunları ancak Şaban ayında kaza etme imkanı bulurdu. Dolayısıyla onun Şaban ayındaki tuttuğu oruç dıştan bakıldığında başka aylarda tuttuğundan daha çok olurdu. Eyyam-ı bıyda gelince, Resulullah bizzat bugünlerde oruç tutmaya devam etmezdi. Aksine bazen ayın başında, bazen ortasında, bazen sonunda tutardı. Bundan dolayı Enes şöyle demiştir: "Sen Resulullahı gündüzün oruç tutar görmek istediğinde görürdün. Geceleyin namaz kılar görmek istediğinde bunu da görürdün." Bütün bunlar burada yaptığımızdan daha geniş olarak Sıyam Bölümünde daha önce geçmişti. "Kane ameluhu dımeten" yani onun ameli daim idi demektir
Urdu
مجھ سے ابراہیم بن المنذر نے بیان کیا، انہوں نے کہا ہم سے محمد بن فلیح نے بیان کیا، انہوں نے کہا کہ مجھ سے میرے والد نے بیان کیا، ان سے بلال بن علی نے بیان کیا کہ میں نے انس بن مالک رضی اللہ عنہ کو یہ کہتے سنا کہ رسول اللہ صلی اللہ علیہ وسلم نے ہمیں ایک دن نماز پڑھائی، پھر منبر پر چڑھے اور اپنے ہاتھ سے مسجد کے قبلہ کی طرف اشارہ کیا اور فرمایا کہ اس وقت جب میں نے تمہیں نماز پڑھائی تو مجھے اس دیوار کی طرف جنت اور دوزخ کی تصویر دکھائی گئی میں نے ( ساری عمر میں ) آج کی طرح نہ کوئی بہشت کی سی خوبصورت چیز دیکھی نہ دوزخ کی سی ڈراؤنی، میں نے آج کی طرح نہ کوئی بہشت جیسی خوبصورت چیز دیکھی نہ دوزخ جیسی ڈراونی چیز۔